Yaşar Kemal’in ‘oğlu’, Orhan Kemal’in ‘yeğeni’: Komünist Arif
Arif Keskiner.
Komünist Arif.
Çiçek Arif.
Yaşar Kemal’in deyişiyle “Ulan Hasan Emmi’nin oğlu”…
Keskiner ömrü boyunca bu isimlerle anılmış, gazetecilikten yazarlığa, yapımcılıktan oyunculuğa kadar bir sürü işe girip çıkmış ve ülkemizin kültür sanat ortamının aranan isimlerinden biri haline gelmiştir.
Keskiner geçen hafta dünyaya veda etti. Hakkında pek çok şey yazıldı çizildi. Ben de size Keskiner’in yaşadığı birkaç önemli anıdan bahsedeceğim. Bu sayede hem eskiye bir yolculuk yapmış hem de bildiğimiz kişi ve olayların bilmediğimiz bir yönüyle karşılaşacağız.
‘KİM ULAN BENİM OĞLUMU BURAYA ALMAYAN?’
Ergin Günçe günün birinde Keskiner’i alıp Cumhuriyet gazetesine götürüyor. İkisi de Adanalı olduğu için Yaşar Kemal’le Keskiner’i tanıştıracak. Keskiner henüz 18’inde. Yaşar Kemal’in sorusu üzerine, “Hösemağalardanım,” diyor. Yaşar Kemal okkalı bir küfür savuruyor önce, sonra da, “Baban Nalbant Hasan’ı severim,” diye ekliyor.
İkili arasındaki ilişki işte böyle başlıyor.
Bir başka gün yolda karşılaşıyorlar. Yaşar Kemal, Keskiner’i bir şeyler içmeye Kulis adlı mekana davet ediyor ama Keskiner oraya giremediğini söylüyor. Yaşar Kemal köpürüyor tabii. Katıyor bunu önüne, doğru Kulis’e. “Kim ulan benim oğlumu buraya almayan?” diye bağırıyor. O günden sonra her akşam Kulis’e girdiğini ve daha da önemlisi, Yaşar Kemal’in oğlu olduğunu gururla yazıyor Keskiner.
Arada epey zaman geçiyor. Keskiner Alis adlı ilk eşiyle daha evli değil. Paraları yok ki evlensinler. Bir gün İstiklal’de gezerken Yaşar Kemal’le karşılaşıyorlar. Usta yazar durumu anlayınca çıkarıp 100 lira veriyor yüzük almaları için.
Nikah günü gelip çatıyor. Yaşar Kemal, Keskiner’in şahidi. Keskiner onunla Tilda’yı almak için evlerine uğradığında postacı geliyor. ‘İnce Memed’in İngiltere’deki baskının telifi gelmiş. Tam 1500 pound. Yaşar Kemal gün boyu bütün masraflar benden diyor ama nikahtan sonra eğlenmek için gittikleri bir mekanda, Alis’in nikah şahitliğini yapan Dr. Anhegger hesabı ödemeye yeltenince Yaşar Kemal öne çıkıp onu bastırıyor.
İkili arasında bir soğukluk olduğunu sezen Keskiner ne olduğunu sorunca Yaşar Kemal anlatıyor: Bedri Rahmi’nin Mualla adlı güzel bir kardeşi varmış. Herkes de bu kıza hastaymış. Yıllar önce bir gün yine Bedri Rahmi’lerde toplandıklarında, Mualla’nın Dr. Anhegger’e yüz verdiği görmüş Yaşar Kemal. Çıkışta Melih Cevdet’le beraber yolunun kesip hırpalamışlar Dr. Anhegger’i. Mesele buymuş.
‘KARDEŞ, BENİM İÇİN ÇOK ÖNEMLİ OLAN BİR SORUN VAR’
Keskiner’in Yılmaz Güney’le de çok fazla anısı var. Hem de epey eskilerden…
27 Mayıs zamanlarında bir gün çok parasız kalıyor Keskiner. Yılmaz o sıralar Atıf Yılmaz’ın asistanı. Alıyor Keskiner’i yanına ama hiç iş yaptırmıyor, “Fazla karışma. Sen git dersini çalış. Lazım olduğunda ben sana haber veririm,” diyor. Tabiri caizse kıyak yapıyor. Hatta sette Orhan Günşıray’la küçük bir kavga sahnesinde bile yer alıyor Keskiner.
Yılmaz’ın o vakitler yazdığı bir öyküden dolayı aranması var. Sete bir polis aracı yaklaşmaya başlayınca hemen saklanıyor Yılmaz. O arabanın film için geldiğini ise sonra öğreniyor.
Yılmaz’la Keskiner yıllar içinde neler yaşıyorlar neler. Beş parasız bir halde mekanın birinde rehin mi kalmıyorlar, kavga edip nezarethanede mi yatmıyorlar, neler neler…
Dostlukları Yılmaz’ın “Çirkin Kral”a dönüşmesinden sonra da bozulmuyor. Yılmaz avantür filmlerden ünlü olup kendi sinemasını yapmaya başladığında bir gün Keskiner’in kapısını çalıyor. “Kardeş, benim için çok önemli olan bir sorun var,” diyor. “Umut” filmi Cannes’a seçilmiş ama filmi bir türlü yurt dışına çıkaramıyormuş.
Keskiner o yıllarda gazetecilik yapıyor. Yılmaz’ın derdini derdi biliyor, araya soktuğu hatırlı dostları da çare bulamayınca kolları sıvıyor. Gazeteden aldığı harcırahla festivali takip etmek için giderken bir koca valize de “Umut”un makaralarını konuyor.
Yılmaz’ın çok ümidi yok. “Gümrükte yakalanırsan bırak git,” diyor ama Keskiner işini biliyor. Havalimanının girişindeki bir hamala yüklü bir bahşiş veriyor. “Bunu sağ salim uçağa sok gel, iki mislini daha vereceğim,” diyor. Nitekim hamal bir şekilde valizi uçağa sokuyor. “Umut” filmi işte bu şekilde Cannes’a katılıyor.
‘NE O YEĞENİM, BİR İŞLER ÇEVİRİYORMUŞSUN, DUYDUM’
Bir anı da Orhan Kemal’den olsun.
Keskiner’in Ağaoğlu Yayınevi’nde çalıştığı yıllar. Orhan Kemal’in ’72. Koğuş’uyla ‘Yalan Dünya’sını bunlar basmış. Orhan Kemal de gün aşırı yayınevine uğruyor. Ankara’daki ‘İspinozlar’ oyunundan gelen telifi alıyor, “Yeğenim,” deyip durduğu Keskiner’le laflıyor. Çekişmekten haz aldığı dostu Yaşar Kemal’i soruyor, “Hiç gördüğün var mı bu ara bizim körü? Gene neler çeviriyor? Bir de az kalsın başımıza milletvekili olacaktı,” deyip duruyor.
Bir gün Orhan Kemal’i bir köftecide komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hapse atıyorlar. Dört beş ay sonra hapisten çıkıp yine yayınevine geliyor. Bu süre zarfında Ankara’daki telifler de ne hikmetse gelmiyor. Keskiner telefon edip telifleri toplu şekilde istiyor ama Orhan Kemal’den evvel onun eşi Nuriye Abla’ya gidiyor. “Bu parayı Orhan Abi’ye verirsek üç günde bitirir. Basınköy’de Yaşar Kemal’le Çetin Altan’a çok yakın bir ev var. Halit Çapın’ın evi. Gelin şunu alalım,” diyor.
Orhan Kemal meseleyi duyunca hemen yayınevine geliyor tabii. “Ne o yeğenim, bir işler çeviriyormuşsun, duydum. Ulan Allahsız, ben hayatım boyunca mülkiyetin karşısında oldum. Sen şimdi de bana ev almak için uğraşıyormuşsun,” diye başlayıp güzelce sövüyor.
Sövüyor ama kiracılıktan kurtulunca yüzü gülmeye başlıyor. Bir gün Keskiner’i yemeğe davet edip, “İnsanın evinin olması ne güzel. Şimdi öyle keyifli çalışıyorum ki. Bak gör, bundan sonra Orhan Kemal neler yazacak,” diyor.
‘BU HİKAYEDEN BİR BOK OLMAZ’
Keskiner’in sinema dünyasıyla ilişkisi bir iki kavga sahnesiyle, bir iki figüranlık sahnesiyle başlıyor ama Keskiner bu dünyayı çok sevdiği için işi yapımcılığa, yönetmenliğe kadar getiriyor.
Arkadaşlarıyla kurduğu ilk yapım şirketinin adı EKTA. Bu kapanınca Çiçek Film’i kuruyor tek başına. Para kazanmak için üç beş film yapıyor ama aklında daha önemli filmler olduğu muhakkak. Nitekim bir gün Umur Bugay’la bir senaryo yazmaya karar veriyorlar. Akıllarındaki oyuncu dünden belli: Kemal Sunal. Ancak Kemal o yıllarda Arzu Film’e, yani Ertem Eğilmez’e bağlı. Kemal’i ikna etmek kolay. Peki ya Ertem’i?
Keskiner, Ertem’in ağzından girip burnundan çıkıyor. Ertem, önce senaryoyu göreyim, diyor. Umur senaryoyu bitirince Keskiner onu Ertem’e götürüyor. Filmin adı “Kapıcılar Kralı”.
“Bu hikayeden bir bok olmaz. Ama istersen çek,” diyor Ertem. İzin veriyor.
Keskiner diğer oyuncuları ayarlayıp yönetmen olarak Zeki Ökten’i seçince set başlıyor. Film, Antalya Film Festival’inde üç büyük ödül alıyor. Bunlardan biri de En İyi Erkek Oyuncu Ödülü. O vakte kadar bu ödülü sadece dram aktörleri alıyor. Kemal bu döngüyü kırıyor.
Sonra ne mi oluyor?
Filmin tuttuğunu gören Ertem Eğilmez, Umur Bugay’a bir senaryo daha yazdırıyor. Başrolü Kemal Sunal. Yönetmeni de Zeki Ökten. Filmi adıysa “Çöpçüler Kralı”.
‘KADİR İNANIR’I AL GÖTÜR. SABAH KADAR GEZDİR. YEDİR İÇİR’
Son anı da “Selvi Boylum Al Yazmalım”dan gelsin.
Evet, bu filmin yapımcısı da Keskiner.
Keskiner’le Atıf Yılmaz yeni bir film yapmak isterlerken Türkan Şoray onlara Sovyet bir yazarın kitabından bahsediyor. Keskiner’le Cengiz Aytmatov zaten arkadaşlar. Birkaç telgraf sonrasında kitabın haklarını alıp sete çıkıyorlar.
Film güzel, film iyi, tamam ama sıra final sahnesine gelince Atıf Yılmaz, Keskiner’i kenarı çekiyor. “Kadir İnanır’ı al götür. Sabah kadar gezdir. Yedir içir. İyice yorgun düşsün. Çünkü, yarın sabah filmin finalini çekeceğim,” diyor.
Keskiner de Kadir’i alıp meyhaneye götürüyor. Kadir, yarın set var deyip kalmak istese de Keskiner onu her seferinde geri oturtuyor. “Ben bu filmin yapımcısıyım, Atıf bir şey demez,” diyor.
Sabaha kadar içiyorlar. Sete biri iki saat kala Kadir’i otele bırakıyorlar. Tabii Kadir kalkınca müthiş derbeder, müthiş yorgun görünüyor. Tam da Atıf Yılmaz’ın istediği gibi.
Keskiner’in yazdığı kitaplarda bunlara benzer daha nice anı mevcut. Hem onu hem de kültür sanat tarihimizi merak edenlere duyurulur!